Bilhassa cinlerin şeytanlarının, yüce Allah’ın dilemesi halinde insanlar üzerinde bir etkileri vardır. Çünkü aralarından kimileri insana onu öldürmek yahut bunun neticesinde Taun hastalığı ortaya çıksın diye dürtmekle, onu Sara’ya düşürmek yahut ona Nazar değmek yahut onu çalmak ya da uykusunda iken ona eziyet verip onu korkutmak veya namazını kesmek suretiyle insanlara zarar verenleri vardır. Bunlardan bazılarını aktaralım:
İnsanı öldürmeleri:
Ebu Saib, Ebu Said el-Hudri (r.anh)’ın yanına evinde bulunduğu bir sırada girdi. Dedi ki:
Onun namaz kılmakta olduğunu gördüm. Namazını bitirsin diye oturup bekledim. Bu sırada evin bir tarafındaki (çatıda bulunan) kuru hurma dalları arasında bir hareket duydum. Dönüp baktığımda bir yılan olduğunu gördüm. Onu öldürmek üzere üzerine atıldım.
Bana: “Otur” diye işaret etti, ben de oturdum. Namazı bitirince evdeki bir odaya işaret etti ve şöyle dedi:
“Şu odayı görüyor musun?”
Ben: “Evet” dedim. Şöyle dedi:
“Burada bizden yeni evlenmiş bir genç vardı. Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Hendek’e çıktık. Günün ortalarında bu genç Rasulullah (s.a.v.) ‘den izin alır ve hanımının yanına giderdi. Bir gün ondan izin istedi.
Rasulullah (s.a.v.) ona:
“Üzerine silahını al. Çünkü ben Kurayza’lıların sana zarar vereceğinden korkarım.” diye buyurdu. Adam silahını aldı, sonra (evine) döndü. Hanımının iki kapı arasında ayakta dikilmekte olduğunu gördü. Hemen hanımına saplamak üzere mızrağı ile üzerine yürüdü. Çünkü bundan dolayı hanımını kıskanmıştı.
Hanımı ona:
“Mızrağını tut ve benim dışarıya çıkmama neyin sebep olduğunu görmek için evin içerisine gir”,dedi.
Genç içeri girdiğinde yatak üzerinde katlanıp durmuş büyükçe bir yılan ile karşılaştı. Elindeki mızrakla üzerine atılıp mızrağını ona sapladı, sonra çıktı. Mızrağını evin ortasına sapladı ve yılan onun üzerinde bir süre hareket etti. Önce yılan mı öldü yoksa genç delikanlı mı daha çabuk öldü, bilinmiyor.
(Ebu Said) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)‘in yanına gelip ona durumu anlattık; dedik ki:
“Onu bize diriltsin diye Allah’a dua et.”
Peygamber şöyle buyurdu: “Arkadaşınız için mağfiret dileyiniz.” Sonra şöyle buyurdu:
“Şüphesiz Medine’de müslüman olmuş cinler vardır. Onlardan herhangi birilerini görecek olursanız üç gün süreyle ona izin veriniz (uyarınız). Eğer bundan sonra bir daha size görünürse onu öldürünüz. Şüphesiz ki o, bir şeytandır.”
(Sahih-i Muslim ; Selam bahsi)
Bu hadis-i şerif bu gencin, cinlerden birisi olan o yılan sebebiyle öldürüldüğüne delildir.
Taun hastalığı ortaya çıksın diye insanı dürtmeleri:
Taun: Kanın galeyanından ötürü meydana gelen şişkinlik yahutta kanın belli bir organ üzerinde fazlaca toplanması ve o organı ifsâd etmesi demektir.
(Fethu’l-Bârî, X, 180)
Bu hastalığın cinlerin dürtmeleri sonucu meydana geldiğinin delili, bu hususta bizlere kadar ulaşmış hadislerde sabit olan ifadelerdir.
Mesela, İmam Ahmed’in rivayet ettiği Ebu Musa (r. anh) yoluyla gelen hadis böyledir.
Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin yok oluşu dürtmekle (silahlarla öldürülmekle) ve taun ile olacaktır.”
“Ey Allah’ın Rasulu, dürtmenin ne olduğunu biliyoruz, peki taun nedir?” diye soruldu.
Şöyle buyurdu:“Cinlerden düşmanlarınızın dürtmeleridir. Hepsi de şehadete sebebdir.”
(Ahmed b. Hanbel)
Yine İmam Ahmed’in ve sahih olduğunu belirterek Hakim‘in, Asım el-Ahvel’den, onun Kureyb b. el-Haris’den, onun Ebu Musa el-Eş’ari’nin kardeşi Burde b. Kays’dan kaydettiği şöyle bir rivayet vardır:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Allah’ım, ümmetimin telef olmasını senin yolunda (silahla)dürtülmek ve taun hastalığı sonucu ölmek suretinde takdir buyur!”
İbn Hacer dedi ki: Taunun cinlerin dürtmesi neticesinde ortaya çıktığını destekleyen hususlardan birisi de çoğunlukla en mutedil mevsimlerde ve havası itibariyle en sağlıklı, suyu en güzel bölgelerde ortaya çıkmasıdır. Ayrıca eğer bu hastalık, havanın kötülüğü sebebiyle ortaya çıkmış olsaydı, yeryüzünde devam ederdi. Çünkü hava kimi zaman sağlığa aykırı, kimi zaman sağlığa uygun olur. Kimi zaman bu gider, kimi zaman öteki gelir ve bu herhangi bir kıyas veya deneye göre olmamaktadır. Kimi zaman böylesi üstüste birkaç sene gelir, kimi zaman bir kaç sene gecikir. Ve eğer yine böyle (yani kötü hava şartları dolayısıyla) olsaydı insanları ve hayvanları da kapsaması gerekirdi. Muşahede ile varlığı tespit edilen ise, onun pek çok kimseye isabet etmekle birlikte, mizaçları itibariyle onlar gibi olup, o kimselerin yanlarında bulunanlara isabet etmemesidir. Ayrıca böyle olsaydı bedenin tamamını kapsaması gerekirdi. Oysa bu hastalık bedende belli bir yerde özellikle olur ve orayı aşmaz.
Diğer taraftan havanın bozukluğu, vücuttaki karışımların değişmesini ve hastalıkların çoğalmasını gerektirir. Bu ise çoğunlukla hastalık olmadan da ölüme sebeptir. İşte bu durum, taunun cinlerin dürtmesi sonucu ortaya çıktığını göstermektedir.”
(Fethu’l-Bârî, X, 181)
İbn Mâce’nin Sünen‘inde ve Hakim’in Mustedrek‘inde sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir toplum arasında fuhuş açıktan işlenecek olursa, mutlaka onlar arasında taun hastalığı ve daha önce geçip gitmiş olan geçmişlerinde bulunmayan ağrılar başgösterir.”
Yine Hakim’in rivayet ettiğine göre:
“Zina artarsa öldürmeler de çoğalır ve taun baş gösterir.”
Taun yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de sözünü ettiği sapık ve fesâd ehli kimselere verdiği cezalar türünden fâsık ve günahkarlara verdiği bir cezadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Derken biz herbirini günahı ile yakaladık. Kimilerinin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdik. Kimilerini o çığlık yakaladı. Onlardan kimisini yere geçirdik, kimilerini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”
(Ankebut, 40)
Bu buyruk taun neticesinde ölümün şehidlik olduğuna dair vârid olmuş buyruklarla çelişmemektedir.
Nitekim Peygamber (s.a.v.): “Taun her müslüman için bir şehâdettir.” diye buyurmuştur. Aynı şekilde taunun yüce Allah’tan bir rahmet olduğunu belirten rivayetlerle de çatışmaz.
Nitekim el-Haris b. Umeyra ez-Zebidi dedi ki:
Şam’da taun hastalığı ortaya çıktı. Muaz kalkıp, Hıms’da onlara bir hutbe irad ederek dedi ki: “Şüphesiz bu tâûn Rabbimizin rahmeti, Peygamberimizin duası ve sizden önceki salihlerin(sebebiyle) ölümüdür…”
(İbn Ebi Şeybe: Musannef, VI, 161; Abd b. Humeyd: Musned, I, 74; Taberani: el-Mucemu’l-Kebir , XX, 116)
İbn Hacer taunun bazan masiyet sebebi ile bir ceza olarak görülebileceğini ifade eder.
Bazı hadisleri kaydettikten sonra şunları söylemektedir:
“Bu hadislerde ifade edildiğine göre taun bazen masiyet sebebiyle bir ceza olarak verilebilmektedir.
Peki, nasıl şehadet olabilir?
Şöyle denilebilir: Bu hususta varid olmuş haberlerin genel ifadesi dolayısıyla, bu sebeple ölen bir kimse şehidlik mertebesine ulaşır. Günahlar işlemiş bir kimsenin şehidlik mertebesine ulaşması, kamil bir mu’min ile aynı mevkide eşit olmasını gerektirmez. Çünkü şehidlerin mertebeleri de yüce Allah’ın adı en yüksek olsun diye çarpışırken Allah yolunda geri dönmeksizin ileri atılırken cihad ederek öldürülen ve birtakım günahları bulunan benzeri şehidler gibi de dereceleri farklı farklıdır. Yüce Allah’ın Muhammed ümmetinin fertlerine dünya hayatında günahlarının cezasını vermesi, bu ümmete bir rahmetidir. Yine bu durum da taun hastalığı ile ölen bir kimsenin, şehadet mükafatını almasına aykırı değildir ve özellikle onların çoğunluğu bu tür hayasızlıkları işliyorsa bile bu böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. Bu hastalığın onların genelini kapsamasının sebebi onların münkerlere karşı çıkmamaları ve tepki göstermeyişleridir…”
(Fethu’l-Barî, X, 193)
Bazı cinler bir insanı Sara’ya düşürebilir ve ona tesir edebilir.
Kafir cinlerden bazıları insanın aklına ve bedenine musallat olarak, kişinin hareketlerini ve tasarruflarını karıştırır. Kimi zaman cinni sadece insanın bedenine zarar verir, aklına vermez. Bütün bunlar yüce Allah’ın kullarını bir sınamasıdır. Nitekim yüce Allah: “O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere…”(Mulk, 1) diye buyurmaktadır.
Cinlerden olan bir kimse neden bir insanı Sara’ya düşürür sorusunun cevabına gelince:
Bu ya aşık olmaları, arzulamaları ve şehvetleri dolayısıyla olabilir yahut kimi insanların onlara eziyet vermesine bir ceza ve nefret sonucu olabilir yahut onların birilerinin üzerine küçük abdest bozmak, sıcak su dökmek, birilerini öldürmek gibi, bir insanın kendilerine kasten eziyet vermek istediğini sanmaları sebebiyle olabilir. İsterse insan bunu bilmesin.
Cinler arasında ise cahillik ve zulüm vardır. Bundan dolayı insana hakettiğinden daha fazla ceza verebilirler. Bazen bu onların insanların sefihleri türünden kimselere yaptıkları bir kötülük ve bir abes iş de olabilir.
Sözü geçen bu iki husus ile ilgili olarak, cinlerin yaptıklarının bir dereceye kadar onlara açıklanması gerekir. Şöyle ki birinci türden olan işler haram olan hayasızlıklar türündendir. Bu husus cinne bildirilir. Ayrıca onlar hakkında Allah’ın bütün cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderdiği Rasulunun hükmüyle hüküm verileceği onlara bildirilir.
İkinci türden olanlara gelince; eğer insan bu hususu biliyor ise, Cinne bu işin bilinmeyen bir husus olduğunu söyler. Kasten eziyete kalkışmayan bir kimsenin ise cezalandırılmayı haketmesi sözkonusu değildir ve eğer bu işi kendi evinde ve mülkünde yapmış ise, bu evin o insanın mülkü olduğu ve mülkünde caiz olan şekilde tasarruf hakkına sahip olduğu onlara bildirilir ve yine onlara izinlerini almaksızın insanların mülkünde kalma haklarının bulunmadığı söylenir.
Bunun yerine onlar, insanların mesken olarak kullanmadıkları harabe yerleri, boşlukları mesken olarak kullanabilirler. Bundan ötürü cinler çoğunlukla harabelerde ve boş yerlerde bulunurlar. Aynı şekilde hamam, bostan, çöplük ve kabristan gibi yerlerde bulunurlar.
Şeytanların beraberlerinde bulundukları ve halleri rahmani olmaktan çok şeytani olan, sapık tasavvuf şeyhleri de şeytanların dağıldıkları yerler olan bu gibi mekanlara çokça giderler.
(Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye: Mecmuu’l-Fetava, XIX, 39-41)
İbn Hacer bu hususa şu sözleriyle cevab vermiştir:
“Sara cinnin etkisiyle olabilir. Fakat ancak cinlerin kötü ruhlu olanlarından meydana gelir…”
(Fethu’l-Bari, X, 114)
Cinlerden kimilerinin nazarı insanlara değer
Ummu Seleme (r.anha)dan rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) onun odasında yüzünde nisbeten değişik renkte bir bölgenin de bulunduğu bir küçük kız görür.
Peygamber efendimiz: “Siz bu kıza okutunuz. Çünkü buna nazar değmiştir” diye buyurdu.
(Sahih-i Buhari , Tıb Bahsi)
Hadis ile ilgili olarak İbn Hacer şunları demektedir: “Buradaki “nazar değmiştir” ifadesi ile kastedilenin ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır.
Bunun cinlerin bakışından bir göz değmesi olduğu söylendiği gibi, insanların bakışından bir göz değmesi olduğu da söylenmiştir. Fakat kabul edilmeye daha değer olan, ifadenin bunlardan daha kapsamlı olduğudur.”
(Fethu’l-Bâri, X, 202)
Kimi cinler insan kaçırabilir.
İbn Ebi’d-Dunya’nın rivayeti:
Abdu’r-Rahman b. Ebi Leyla’dan rivayet edildiğine göre, onun kavminden bir adam yatsı namazını arkadaşlarıyla birlikte kılmak üzere evinden çıktı, fakat bulunamadı.
Hanımı Ömer b. el-Hattab (r. anh)‘a gitti ve ona durumu anlattı.
Ömer(r. anh) bu hususu kadının yakınlarına sordu. Onlar da onun dediklerini doğruladılar. Ömer (r. anh) ona 4 yıl beklemesini emretti.
Dört yıl bekledikten sonra Ömer (r. anh)‘ın yanına geldi ve ona durumu haber verdi. Bu hali yakınlarına sordu, onlar da onun doğru söylediğini belirttiler. Ömer (r. anh) kadına evlenmesini emretti.
Daha sonra onun ilk kocası geldi.
Ömer b. el-Hattab (r. anh)‘ın huzurunda davalaştılar.
Ömer dedi ki: “Sizden herhangi bir kimse uzun bir süre kaybolur da ailesi onun hayatta olup olmadığını bilmezse (ne yapsın)” dedi.
Adam: “Ama benim mazeretim vardı”, deyince,
“mazeretin nedir” diye sordu.
Adam dedi ki: “Ben kavmimle birlikte yatsı namazını kılmak üzere çıktım. Cinler beni esir aldı –ya da bana cinler isabet etti, dedi– uzun bir süre aralarında kaldım. Bunlarlaa mûmin olan cinler gaza etti. Onlarla savaştılar ve onlara karşı zafer kazandılar. Onlardan esir aldılar. Aldıkları esirler arasında ben de vardım.
Bana: “Dinin ne” dediler.
“Ben müslümanım”, dedim.
Onlar: “Sen bizim dinimiz üzeresin, seni esir almamız bize helal olmaz”, dediler. Sonra da beni aralarında kalmak ya da gitmek arasında serbest bıraktılar. Ben de gitmeyi tercih ettim. Geceleyin beni alıp götürdüler. Geceleyin benimle yol yürüyorlardı, gündüzün de fırtınalı bir rüzgarın arkasından gidiyordum.
(Ömer): “Peki ne yiyordun” diye sordu.
Adam: “Bakla ve üzerinde Allah’ın adı anılmadık şeyler”, dedi.
“Ne içiyordun” diye sorunca, “üstü örtülmemiş şeyler” diye cevab verdi.
(Malik: Muvatta’ında, Şafii, Abdu’r-Rezzak, Ebu Ubeyd, Beyhaki ve İbn Ebi Şeybe (Telhisu’l-Habir, III, 235)
Katade dedi ki: (Buradaki -hadisin arabcasındaki) el-cedef: üstü örtülmemiş içecekler demektir.
(İbn Ebi Leyla) dedi ki:
“Ömer adamı hanımını almak ile ona verdiği mehri geri almak arasında muhayyer bıraktı.”
İbn Abdi’l-Berr –Allah’ın rahmeti üzerine olsun– et-Temhid lima fi’l-Muvattai mine’l-Meanî ve’l-Esanid adlı eserinde bu rivayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Bu, Iraklıların rivayeti olarak sahih bir haberdir. Mekkelilerin de meşhur bir rivayetidir…”
(et-Temhid, XII, 184; Ayrıca ed-Diraye fi Tahrici Ehadisi’l-Hidaye, II, 142)
Uykuda iken eziyet vermek
İbn Ebi Şeybe Musannef’inde şu rivayeti zikretmektedir:
Bize Abdullah b. Numeyr, Zekeriya b. Ebi Zaide’den anlattı. O Mus’ab b. Yahya b. Ca’de’den dedi ki:
Halid b. el-Velid geceleyin korkardı. O kadar ki, beraberinde kılıcı olmadan dışarı çıkmazdı. Bu sebeple herhangi bir kimseye bir zarar vereceğinden korktu.
Bu husustan Rasulullah (s.a.v.)‘e şikayetçi olunca şöyle buyurdu: “Cebrail’in bana dediğine göre, cinlerden bir ifrit sana kötülük ediyor. Bunun için sen de de ki:
“İyi bir kimsenin de günahkârın da aşamadığı Allah’ın eksiksiz kelimeleri ile semadan inenin ve oraya yükselenin kötülüklerinden, yeryüzünde yayılanların ve oradan çıkanların kötülüklerinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, hayır ile gelen mustesnâ, geceleyin gelen herbir şeyin şerrinden sana sığınırım ey Rahmân“diye buyurdu.
Halid bu sözleri söyledi ve o korkusu gitti.
(İbn Ebi Şeybe: Musannef, VI, 80, Kişi geceleyin kalkacak olursa nasıl dua eder? bahsinde; Nureddin el Heysemi,Mecmau’z-Zevaid, Hadis no: 17065; Abdurrazzak, Musannef, XI/35)
Hafız Nureddin el Heysemi, Taberâni’nin rivayet ettiği bu hadisin bir rivayeti için “senedinde bir râviyi tanımadığını, geriye kalanların hepsinin sika olduğunu” belirtmiştir.
(Nureddin el Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, Hadis no: 17065)
Diğer bir rivayeti için ise “Senedinde hem lehinde hem aleyhinde konuşulmuş iki râvinin dışında diğerleri sikadır” demiştir. (Nureddin el Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, Hadis no: 17066)
Beyhaki ise , sıhhati hakkında bir açıklama yapmadan farklı bir senetle bu hadisi rivayet etmiştir.(Beyhaki, Şuabu’l-İman, 6/390)
Musallinin namazını kesmek gayretleri:
Ebu Hurayra (r. anh)‘ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Cinlerden bir ifrit kurtularak benim namazımı kesmek istedi. Allah da ona karşı bana yardımcı oldu, ben de onu alıp yakaladım. Hepinizin onu görmeniz için mescidin direklerinden birisine onu bağlamak istedim. Kardeşim Süleyman’ın: “Rabbim, bana mağfiret buyur ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ver bana!” (Sad, 35) şeklindeki duasını hatırladım ve onu hor ve hakir olarak geri çevirdim.”
(Sahih’i Buhari: Ehadiysu’l-Enbiya bölümünde)
Peygamber efendimizin:
“Cinlerden bir ifrit“buyruğundaki ifrit azgın ve kötü kimse demektir.
(Fethu’l-Bârî, VI, 460)
Kahinlere ve şarlatanları küfre düşürmek amacıyla yalan karışımlı haber vermeleri:
İbn Hacer dedi ki: “Hattabi dedi ki: Bu kahinler, sınamaların da tanıklık ettiği ve bilindiği üzere zihinleri keskin, nefisleri şerli, tabiatları ateş tabiatında olan bir topluluktur. Bunlar çeşitli meselelerini cinlere götürürler ve çeşitli olaylar hakkında onların görüşlerini sorarlar. Cinler de onlara birtakım kelimeleri telkin ederler.”
(Fethu’l-Bârî, VI, 219)
Yine İbn Hacer diyor ki: “Hattabi dedi ki: Peygamber (s.a.v.)‘in açıkladığına göre kahinin bazan isabet etmesi, ancak cinninin ona meleklerden hırsızlama yoluyla dinlediği kelimeyi ona bırakmasının bir sonucudur. O da bu doğru kelimeye duyduklarına kıyas ederek birtakım yalanlar ilave eder. Nadir olarak bazan isabet edebilir, hatalı olduğu ise daha çok görülen bir husustur.
(Fethu’l-Bârî, VI, 220)
Her insanla birlikte olan kafir cin ona, her türlü kötülüğü emreder:
Bunun delili Abdullah b. Mesud (r. anh)‘ın şöyle dediğine dair rivayettir:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Aranızdan cinlerden onunla birlikte bulunanın kendisi için görevli kılınmadığı hiçbir kimse yoktur.”
“Sen de mi ey Allah’ın Rasulu?” diye sordular.
Şöyle buyurdu: “Evet ben de. Şu kadar var ki, Allah ona karşı bana yardımcı oldu ve bunun üzerine o da İslama girdi. O bakımdan bana sadece hayır emreder.”
(sahih-i Muslim: Kıyamet Gününün Nitelikleri bahsi)
Yine İbn Mesud’un rivayetine göre:
“Cinden onunla birlikte bulunacak olan kimse ile onunla beraber meleklerden olacak kimsenin görevli kılınmadığı hiçbir kimse yoktur.”
“Sen de mi ey Allah’ın Rasulu”, dediler.
Peygamber şöyle buyurdu: “Ben de. Şu kadar var ki Allah ona karşı bana yardımcı olmuştur. Bu sebeble bana ancak hakkı emreder.”
(Tirmîzî, Râda, Bab 17, Hadis no: 1172; Ahmed bin Hanbel, Musned, III / 309; Darimi, Sunen, II, 320, Rikak, 66)